top of page

Beş bin yıllık, rengarenk, sürprizlerle dolu bir şehir Hanya. Bugün sokaklarına kendimizi bıraktığımızda bu şehre kolayca teslim olmamızın en büyük sebeplerinden biri bu sanırım. Yıllar boyunca Avrupa'nın, Orta Doğu'nun ve Afrika'nın kesişim noktasında, Minos, Helen, Bizans, Venedik, Arap, Osmanlı kültürleri etkisinde kalmış Hanya bana kalırsa Girit'in en güzel şehri. Güneşi başından eksik olmayan adamız Girit için hazırladığım dosyanın son yazısı da o yüzden Hanya hakkında.


Venedikliler döneminden kalan taş evler çoğunlukla cafe olarak kullanılıyor

Biraz tanıdık ve can sıkıcı bir tabir biliyorum ama bu şehrin sokakları gerçekten tarih kokuyor. Hanya'da yapılacak en iyi şeylerden biri, haritaya ya da telefonunuza bakmadan, kafanıza estiği gibi, plansızca sokaklarda yürümek; çok da büyük olmayan limanının çevresine kurulu eski şehrin tadını çıkarmak. Venedikliler döneminde inşa edilmiş her ayrıntısı birbirinden güzel evlerin, Osmanlı'dan kalma eserlerin, Mısırlılar döneminde yeniden inşa edilen deniz fenerinin ardında batan güneşin, birbirinden canlı yeme içme mekanlarının şehri burası. Hanya 50bin kişilik nüfusuyla (çevredeki köyler ve yerleşim birimlerini de sayarsak 100bin) Girit'in ikinci büyük şehri. Tahmin edeceğiniz üzere sadece yazlık bir şehir değil. Yaz aylarında elbet nüfusu katlanarak artıyor ancak kışın geldiğinizde ölü bir şehir göreceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Ancak şehrin yerlileri, yazıda bahsettiğimiz eski şehirde değil, yeni kısmında yaşıyorlar.

Eski şehir sokakları

Şehrin önemli tarihi yapıları arasında en çok dikkat çekenlerden biri limanın batısında bulunan Firka Kalesi ve Surları. Limanı ve şehri Osmanlı saldırısından koruma amaçlı, 17. yüzyılın başlarında Venedikliler tarafından inşa edilen bu surların arkasında bulunan ve eskiden kışla olarak kullanılan bina ise artık Deniz Müzesi olarak hizmet veriyor. Girit'in 1913 senesinde tamamen Yunanistan'a bağlanıp Yunan topraklarına ait olduğu gün ise Yunan bayrağı ilk defa bu kalede dalgalandırılmış. Modern Yunanistan tarihi için oldukça önemli bir yere sahip o yüzden burası.

Yukarıda fotoğrafını gördüğünüz ve limanın batısında bulunan Küçük Hüseyin Paşa, diğer adıyla Yalı Cami, Girit Osmanlı himayesine girdikten sonra ismini taşıdığı Osmanlı komutanın onuruna yapılmış. Eski bir Hristiyan tapınağının üstüne inşa edilen eser bugün sergi salonu olarak hizmet veriyor ve şehrin en önemli simgelerinden biri. Camiyi sağınıza alıp deniz kenarı boyunca yürüdüğünüzde bir süre sonra sağınızda üçgen çatılı ve yan yana dizilmiş 7 tane yapı göreceksiniz. Bunlar Hanya'nın eski tersaneleri. Sayıları 17 iken günümüze sadece 7'si ulaşabilmiş. Girit bir Yunan adası olduktan sonra devlet ve kamu binaları olarak da hizmet veren tersaneler artık sergi ve konferans salonu, bar cafe ve etkinlik mekanları olarak kullanılıyor.

Osmanlı döneminde camiye dönüştürülen ancak Girit Yunanistan'ın bir parçası olduğu an tekrar eskisi gibi kilise olarak kullanılan; hem çan kuleleri hem de cami olduğu dönemden kalma minaresiyle özgün Agios Nikolaos, 2300 sene Yahudi toplumuna da ev sahipliği yapmasına rağmen, koca adada günümüze dek ulaşabilmiş tek sinagog olan Etz Hayyim ve Mısırlıların minareye benzeterek tekrar inşa ettiği ve o yüzden hala Mısır Feneri olarak adlandırılan deniz feneri bu şehrin bir diğer önemli ve görülmesi gereken noktaları.


Yeme içme seçenekleri ise bu şehirde tahmin ettiğinizden de fazla. Şehrin neredeyse her köşesinde, sokağında, onlarca restoran, cafe, bar, ayaküstü atıştırmalık yemek mekanları bulunuyor. Yunanistan'da, özellikle Girit'te kötü yemek deneyimine sahip olmak için gerçekten çok şanssız olmanız gerekiyor. Ben hem yazıyı çok uzatmak istemediğim hem de yemek konusunda zevklerin oldukça farklılık gösterdiğini bildiğim için kendi açımdan mutlaka gitmenizi gereken üç mekanı yazıp yazıyı yavaş yavaş sonlandıracağım. The Well of the Turk: Şehrin Osmanlı / Türk bölgesinde bulunan ve restore edilmiş eski bir çeşmeden adını alan bu mekan Akdeniz mutfağının en güzel örneklerini sunuyor bize. Adına aldanıp da sadece Türk yemekleri yiyeceğinizi düşünmeyin ama. Kuzey Afrika, Fransız, Yunan ve Orta Doğu mutfaklarının etkisiyle hazırlanmış birbirinden lezzetli mezeleri ve ana yemekleri var. Mutlaka denemelisiniz. Thalassino Ageri: Eski şehirden 20 dakikalık bir yürüyüş sonrasında ulaşabileceğiniz mekan, balık ve deniz ürünü sevenler için bulunmaz fırsat. Artık kullanılmayan tabakhanelerin önünde bulunan restoran denizin tam da dibinde. Tahta masa ve sandalyeler, loş ve gereğinden fazla olmayan bir ışık, dalga sesleri, kadeh çınlama sesleri, kahkahalar ve birbirinden leziz yemekler var burada. Şiddetle öneriyorum. Salis: Canınız tipik bir Yunan / Girit tavernası değil de biraz daha şık, özenli bir yerde yemek ziyafeti çekmek istiyorsa Salis ilk tercihiniz olmalı. Geleneksel ada ve Yunan yemekleri, farklı malzemeler ve pişirme teknikleriyle harmanlanıp, yenilikçi bir şekilde servis ediliyor burada. Restoranda kullanılan bütün sebze ve meyveler kendi bahçelerinden, şarap menüleri oldukça fazla seçeneğe sahip, çalışanları bilgili ve oldukça kibar. Normal bir tavernaya göre biraz daha tuzlu ama hiç pişman olmayacaksınız.

 

Girit'in yüzlerce plajı, turkuaz lacivert masmavi denizi, birbirinden farklı dağ köyleri, macera severleri çok mutlu edecek kanyonları ve dağları, adaya özgü binlerce bitkisi, muhteşem yemekleri, sıcakkanlı ve biraz deli insanları, kri kri adını verdikleri keçileri, üstünden eksik olmayan güneşi, kıpkırmızı domatesleri, tadını zor unutacağınız Gravyer peyniri, derin tarihi, renkli geçmişi var. Girit'te hayat var.

Dünyanın en eski yerleşim birimlerinden biri olan bu eşşiz adaya umarım yolunuz düşer. Dosyamızın ilk yazısında bahsettiğimiz büyülü Lasithi'ye, ikinci yazımızın şehri, Kazancakis'in vatanı Kandiye'ye, üçüncü yazımızda sokaklarında yürüdüğümüz Resmo'ya ve en son güzeller güzeli Hanya'ya selamlar olsun. Girit başlıbaşına kocaman bir dünya, en kısa zamanda tekrar tadını çıkarmak dileğiyle...




Sanat tek bir mekana ait olmadığı, tek bir biçimde karşımıza çıkmadığı, tek bir malzeme ile tek bir renkle yaratılmadığı, tek bir mesajı ve öğretisi olmadığı için bu kadar büyülü bir şey belki de. Profesyonel ya da amatör olsun; karşısındakine hissettirdikleri, düşündürdükleri farklı olduğu için de bir o kadar eğlenceli. Bazen ruhumuzu okşayan, bazen aklımıza olmadık şeyler getiren, bazen rahatsız eden bir büyü. Bu aralar Atina’da, pek kimselerin bilmediği, muhteşem bir sanat çalışması, şehrin tam da ortasında ziyaretçilerini bekliyor. Theater of Dissappearance Çalışmanın yaratıcısı Adrian Villar Rojas isimli Arjantinli bir heykeltraş. Sanatçı, bulunduğu alanı radikal bir şehirde değiştiren, alanın bütünlüğünü bozan, ziyaretçisini şaşırtan büyük ölçekli heykel çalışmalarıyla biliniyor. En bilinen çalışması ise New York’ta bulunan Metropolitan Sanat Müzesi’nin çatısında sergilediği, müzede bulunan parçalardan oluşturduğu sanat eserleri. Müzenin yüze yakın tarihi - cağdaş eserinin replikalarını 3D printing yöntemiyle tekrar yaratıp, alçı ile kaplamış ve onları yemek masalarının üstüne yerleştirmiş ve oldukça özgün bir çalışmaya imza atmıştı. Çalışmaya dair görsel aşağıda ama daha çok okuyup daha çok öğrenmek isterseniz linki de burada.


Fotoğraf: https://www.dezeen.com/2017/04/13/adrian-villar-rojas-metropolitan-museum-art-banquet-hybrid-sculptures-new-york-met-rooftop/

Atina’da ise ayni ilkeyle ama oldukça farklı malzemeler ve farklı mekan seçimi ile karşımıza çıkıyor sanatçı. 1842 senesinde yapımı başlanan ve modern Yunanistan’ın ilk araştırma merkezi olan Ulusal Atina Gözlemevi bu sefer sanatçının eserine ev sahipliği yapan mekan. Atina Gözlemevi, şehrin en tarihi semtlerinden biri olan Thissio’da, normalde ziyarete açık olmayan bir yapı. Antik Yunan döneminde oldukça önemli bir yere sahip Nymphs Tepesi’nde bulunan görkemli binanın mimarı ise Atina, modern Yunanistan’ın başkenti olduğunda, şehirdeki birçok yapıya imzasını atan Danimarkalı Theophilus Hansen.



Fotoğraflardan da göreceğiniz üzere sanatçının yaptığı çalışmada ilk dikkat çeken şey gözlemevinin bulunduğu alana 26 ayrı türden 46000 bitkinin dikilmesi. Yıllarca sadece toprak ya da en fazla çim bulunan o alanda bu çalışma sayesinde rengarenk, büyüleyici bir bahçe var artık orada. Balkabakları, enginar çiçekleri, mısır fideleri, adını bilmediğimiz binlerce bitki bizi bir masal diyarına götürüyor. “Bunda rahatsız edici ya da şaşırtıcı ne var?” diyenleriniz olabilir aranızda, açıkçası ben de oradayken ilk aklıma gelen soru buydu. Ama Rojas’ın yapmaya çalıştığı şey farklı çünkü eserin bulunduğu mekanla bağlantılı arka planda başka kavramlar ve tartışmalar var.

Modern Yunan devleti gözlemevini Nymphs Tepesi’ne inşa etmeye karar verdiğinde, bu karar, o dönem oldukça büyük tepki çekiyor. Antik Yunan kültüründe bu kadar önemli bir yeri olan bir mekanın kazılacak, deşilecek ve üstüne tamamen yepyeni bir yapı kondurulacak olması başta insanlara şaka gibi gelse de, sonunda istenilen oluyor ve modern bir Avrupa devleti olmaya çalışan ve zaten başında Alman - Danimarka soyundan bir kralı olan Yunanistan’a yaraşır bir bilim merkezi şehirde gururla kendini gösteriyor.

Tam 175 sene sonra, sanatçı, yine aynı toprakları kazarak ve aslında olmayan bir şeyi oraya inşa ederek, yine rahatsızlık yaratmak istiyor. Evet inşa edilen şey çirkin, kötü, herkesin nefret ettiği bir şey değil. Sonuçta ağaçlar, bitkiler, çiçekler… Ancak bu kadar sene sonra yine o topraklar kazılıyor mu kazılıyor. Yıllarca üstünde bitki olmayan topraklara 46000 bitki dikmeyi de asla doğal ve kabul edilir bulmuyor zaten sanatçı. İlk paragrafta yazdığım tek bir mesaj olmaması hali ise burada önem kazanıyor zaten; biz orada cennet bahçesinde geziniyormuş gibi hissediyoruz ama Rojas bize yaptığı şeyin ne kadar da sinir bozucu olduğunu anlatmaya çalışıyor. O alana beton dökse hep beraber küfrederdik ve mesajını iki saniyede alırdık belki ama belli ki istediği o değil. Ve açıkçası sanatçının bu yöntemi neden herkesin sanatçı olamayacağını çok net bir şekilde ıspat ediyor.

24 Eylül’e kadar Atina’ya yolu düşeceklere çalışmayı görmelerini şiddetle tavsiye ediyorum. Zaten şehrin ortasında ve en civcivli yerlerinden birinde. Giriş ücretsiz ve mekanda sizi her köşede bilgilendiren ve size rehberlik eden dünya tatlısı gençler var. Güneş batmadan iki saat önce orada bulunursanız; renklerin güzelliği sizi mest edecek, onu da garanti ederim. Gelemeyecek olanlara ise bu linki bırakayım, buradan çalışma ve sanatçı hakkında oldukça kapsamlı bilgi edinebilirsiniz. Fotoğraflar:http://neon.org.gr/en/exhibition/adrian-villar-rojas-the-theater-of-disappearance/


Girit dosyamızda sıra geldi adanın en önemli şehirlerinden ve şehirle aynı ismi taşıyan bölgelerinden Resmo'ya. Uluslararası ismiyle Rethymno'ya. Yazı dizimize Lasithi'den başlamış, bir sonraki yazıda biraz batıya doğru ilerlemiş, adanın en büyük şehri Kandiye'den (Heraklion) bahsetmiştik. Batıya doğru ilerleme eylemimizi sürdürüyor ve kendimizi bu sefer de Resmo sokaklarına, şehirle aynı isimdeki bölgenin dağ köylerine ve bölgenin güneyinde yer alan muhteşem plajlarına atıyoruz. Resmo'nun tarihinden kısaca bahsedeceğim çünkü sitemizde yer alan diğer Girit ve Yunan şehirleri / bölgeleri yazılarını okuduysanız, onlardan pek farklı bir şey söylemeyeceğimi siz de fark edeceksiniz. Antik Girit Uygarlığı döneminde (milattan önce 1550-1250 yıllarında) ilk yerleşim izlerine rastlanıyor burada, ancak sonrasında pek de iz bırakan bir geçmişi olmuyor, taa ki milattan sonra 1200 senelerinde Venedikliler burayı işgal edip de Resmo'yu önemli bir liman kentine dönüştürene kadar. Öncesinde bir Bizans dönemini de tahmin etmişsinizdir büyük ihtimalle. Sonrasında Resmo bir Osmanlı sancağı oluyor ve o dönemde yerlilerin adayı terk etmesi sonucu ekonomik ve kültürel olarak bir gerileme yaşasa da önemini bir şekilde korumaya devam ediyor. Anlayacağınız; Girit, Bizans, Venedik ve Osmanlı esintileri taşıyan bir Akdeniz şehri burası.


Eski şehrin bitiminde bulunan Resmo şehir plajı

Eski şehir olarak adlandırılan; eski limanın ve Venedikliler tarafından yaptırılan Fortezza Hisarı'nın güneyinde kalan küçük bölge hem şehrin kalbi, hem de yürüyerek keşfetmek için oldukça uygun. Zaten çok büyük bir alan olmadığı için büyük ihtimalle bir saatlik bir yürüyüş sonrasında çoğu sokağından geçmiş olacaksınız ama ben yine de birkaç -mutlaka- görülmesi gereken yerden bahsedeyim. 1626 yılında bir Venedik şehri olan Resmo'nun tam ortasına yaptırılan Rimondi Çeşmesi mutlaka karşınıza çıkacaktır. O zamanlar şehrin su ihtiyacını karşılaması için yaptırılan çeşmeden bugün hala mis gibi kaynak suyu içebilirsiniz. Çeşmenin hemen yakınında bulunan Asia Minor (Küçük Asya) Meydanı'ndaki Neratze (Gazi Hüseyin) Camii de dikkatinizi mutlaka çekecektir. Venedikliler döneminde kilise olarak kullanılan eser Osmanlılar'ın eğemenliğinde camiye dönüştürülmüş. Bugün bina konservatuvar olarak kullanılıyor.


Rimondi Çeşmesi


Neratze (Gazi Hüseyin) Camii


Küçük Asya Meydanı'nda bulunan mübadele anıtı ise oldukça etkileyici. 1923 senesinde Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan antlaşma gereği; Yunanistan'da bulunan Müslüman Türkler Türkiye'ye, Türkiye'de (ki Yunanlar o bölgeye Küçük Asya diyorlar) bulunan Ortodoks Rumlar ise Yunanistan'a gönderilmişti. Bu anıt da evlerinden ayrılmak zorunda kalan, sırf dinleri ve ırkları aynı olduğu için daha önce hiç bilmedikleri bir yerde yaşamaya zorlanan insanlar için yapılmış. Yunan alfabesine aşinaysanız, anıtın arkasında yazan ve çoğu şu an Türkiye sınırları içinde yer alan şehirlerin isimlerini okuyabilirsiniz.


Mübadele Anıtı


Deniz kokusunu takip edip eski limana ulaşmanız da an meselesi bu küçük şehirde. Venedik Limanı olarak da adlandırılan bu bölge fotoğraf çekmek için mükemmel; limanın sonunda yer alan deniz feneri, limanı saran iki katlı rengarenk evler, demir almış küçük tekneler, her daim kalabalık tavernalar... Liman çevresinde yer alan tavernaların şehrin merkezinde bulunan tavernalara göre daha pahalı olduğunu da ekleyeyim, aklınızda bulunsun. Ama öyle Türkiye'deki gibi, sırf deniz kenarında olduğu için en az üç katı pahalılık beklemeyin, o kadar insafsız değiller.


Eski Liman


Fortezza Kalesi / Hisarı işe Resmo'nun en dikkat çeken ve en çok ziyaret edilen yeri. Yine Venedikliler iş başında ve yine Osmanlı ile bağlantılı bir durum; 1573-1580 seneleri arasında Osmanlı işgali tehlikesine karşı yaptırılmış bu yıldız şeklindeki kalenin üç kapısı ve altı adet suru bulunuyor. Surlar arasında kalan Aziz Nikola kilisesini camiye dönüştürmek, kapılarından birine süsler eklemek ve kale içinde devlet memurları için evler yaptırmak dışında Osmanlı'nın çok bir etkisi olmamış kaleye. Şüphesiz Resmo'yu işgal ettikten sonra onlar da savunma amaçlı kullanmışlar burayı.


Fortezza

Bölgenin plajları, dağ köyleri ve Arkadi Manastırı Eski şehirden uzaklaşıyoruz yavaş yavaş. Şimdi dağ köylerinden, plajlardan ve muhteşem Arkadi Manastırı'ndan bahsedelim biraz. Girit'in genel olarak kuzeyde bulunan yerleşim birimleri ve dolayısıyla plajları daha çok ziyaret edilen, ulaşımı daha kolay olan yerler. Bunun sebebi adanın coğrafi özelliği; batıdan doğuya gitmek, özellikle de yıllar önce yapımı tamamlanan ulusal yol sayesinde zahmetsiz; kuzeyden güneye gitmek ise dağlar yüzünden pek de kolay değil. Resmo bölgesinde de kuzeyde bulunan şehirden güneydeki plajlara gitmek biraz zahmetli ancak çok da korkmaya gerek yok; virajlarda tatlı tatlı döne döne, en çok bir saat içinde aşağıda fotoğrafını gördüğünüz inanılmaz güzellikteki Preveli'ye gitmeniz mümkün.


Preveli

Preveli

Preveli'ye giderken Resmo'nun karakteristik dağ köylerinden geçeceksiniz, tavsiyem buralarda mola verip Girit'in tamamen farklı yüzünü de görmeniz. Bu köylerden en ünlüsü ve en çok ziyaretçisi olanı Spili, artık Venedik kelimesi görmekten fenalık geçirdiniz biliyorum ama evet burası da Venedikliler zamanında oldukça önemli bir yerleşim bölgesiymiş. Köyün meydanında bulunan 25 başlı çeşme de yine Venedikli arkadaşlarımızın bir eseri. Burada durup, gözünüze kestirdiğiniz tavernada bir şeyler atıştırabilir, tertemiz ve serin havayla canlanabilir, biraz dinlenebilirsiniz zira Preveli'ye giderken biraz yorulacaksınız. Plaja en yakın, arabayı bırakacağınız noktadan önceki beş kilometre mıcırlı yola sahip, zaten 12 km hızla gideceksiniz, bunun dışında ise plaja ulaşmak için biraz merdiven inip çıkmanız gerekecek.


Bütün bu yorgunluğu ve zahmeti ise plaja ulaşmanızın ikinci saniyesinde unutacağınıza garanti verebilirim. Preveli Plajı, Kourtaliotikos Kanyonu'nun bittiği ve bu kanyonu yarıp geçen nehrin denize döküldüğü yerde bulunan bir delta aynı zamanda. Nehir kenarındaki yüzlerce palmiye ağacı "cennetten bir köşe" deyimini hatırlatıyor insana. Denizin ve plajın güzelliği bir yana, nehir boyunca, palmiye ağaçlarının gölgesinde yürüyüp küçük gölete ulaştığınızda ise nefesiniz kesilecek. Doğa harikası bu plaj, ulaşması biraz zor olsa da sizi çok mutlu edecek eminim. Preveli dışında bölgenin güneyinde bulunan ve görülmesi gereken diğer plajlardan bazıları ise şunlar: Souda, Plakias ve Triopetra.


Yazıyı Yunanistan'da yaşadığım iki sene boyunca gördüğüm en güzel manastırı da size tanıtarak (aşağıda fotoğraflarını görebilirsiniz=sonlandırmak istiyorum. 16. yüzyılda inşa edilmiş, rönesans etkisinde, Roma ve Barok mimari öğeleri barındıran Arkadi Manastırı gerçekten çok etkileyici. Resmo şehrine 23 kilometre uzaklıktaki bu manastır inşa edildiği dönemde bilim ve sanat merkezi olduğu gibi, oldukça zengin bir kütüphaneye de ev sahipliği yapmış. Osmanlıya karşı başlatılan isyan sırasında (1866-1869 Girit İsyanı) manastır oldukça etkileyici bir hikayenin merkezi olmuş. Çoğunluğu kadın ve çocuk olan 943 Yunan, Osmanlı boyunduruğu altına girmektense o zamanlar aynı zamanda barut deposu da olan manastırdaki tüm barutları ateşe verip kendilerini öldürmüşler. Bugün manastır, işte bu yüzden Girit tarihi için gururla anılan bir yer. Manastırın içinde de isyan hakkında ayrıntılı bilgilere ulaşabiliyorsunuz.


Arkadi Manastırı

Arkadi Manastırı

 

Resmo hem şehir hem de bölge olarak oldukça tatmin edici. Hüküm süren medeniyetlerin bıraktığı izler silinmemiş, özgün kimliğini korumuş, en önemlisi binlerce insanın ziyaret etmesine rağmen, ucuz, pespaye bir turist bölgesine dönüşmemii. Eski şehrin tarih kokan sokaklarında gülümseyerek yürüyor, şehirden biraz uzaklaşıp dağ köylerine gittiğinizde bambaşka şeyler hissediyor, güneyde bulunan ıssız plajlarda kendinizden geçiyorsunuz. Aklınızda bulunsun, bir gün mutlaka ziyaret edin. Bir sonraki Girit yazısı: Girit'in en güzel şehri Hanya Fotoğraflar: İnanç Ozan Zaimoğlu

bottom of page