top of page

YUNANİSTAN'IN YABANI: MANİ


Yunanistan denince akla ilk gelen mavi beyaz rengin harman olduğu adalar, leziz yemekler, Atina Selanik gibi büyük şehirler olsa da küçük olarak tanımlanan bu ülkede aslında görülecek çok daha fazla yer var. Bu yazı ise çoğu Yunan vatandaşının bile uğramadığı Mani yarımadası hakkında. Coğrafya derslerinden hatırladığımız Mora'nın güneye doğru uzanan üç kolundan biri olan Mani, gitmesi biraz zahmetli, zihinlerimizdeki klasik Yunanistan resminin dışında yer alan, çok farklı ve güzel bir coğrafyaya sahip bir bölge. Mani'nin en belirgin ve bilinen özelliklerinden biri 400 senelik Osmanlı / Türk işgali altına girmiş olmaması. Bölgenin insanları için gurur kaynağı olan bu özelliği siz bilmiyor olsanız da ziyaret ettiğiniz köy ve kasabalarda öğreniyorsunuz; küçük bir lokantanın camında, girdiğiniz bir dükkanın duvarlarında "İşgal edilmedik, gururluyuz." benzeri cümleler barındıran afişler ya da posterler mevcut. Tanıştığım ve Mani'ye gittiğimi söylediğim buralı arkadaşlarım ise bölgenin işgal altında olmamasının sebeplerini; zorlu ulaşımı, verimsiz toprakları ve stratejik bir önemi olmaması olarak açıkladı. Şaka yollu "O kadar önemsiz ve verimsiz bir coğrafya ki işgal edilmeye bile değmedi." cümlesini bile duydum hatta. Asıl sebep Mani halkının kahramanca topraklarını savunması mı yoksa işgale değer bulunmaması mı bilinmese de bu durumla gurur duyan bölgenin insanları, çoğu bölgesini gezdiğim Yunanistan'ın sıcakkanlı, yabancılara karşı güleryüzlü insan profilinden oldukça uzak. Bölgenin coğrafi özelliklerini taşıyor adeta burada insanlar; sert, renksiz ve mesafeliler. Ülkenin aşırı sağcı, ırkçı partisin oy oranı bölgede oldukça yüksek ne yazık ki.




Mani'ye gitmek için önce Atina - Kalamata arasını tamamlamanız gerekiyor. Yeni otoban sayesinde 2,5-3 saat içinde zorlanmadan bitiyor yol. Kalamata şehrinden güneye doğru arabayla inmeye başladığınızda bölgenin boz tepeleri ve kıvrımlı yollarının arasında muhteşem deniz manzaları selam veriyor bize. Yerleşim neredeyse yok denecek kadar az. Arada bir karşımıza çıkan köylerde 5-10 ev var yok. Gözümüze en sık çarpan şey ise kimi terk edilmiş, kimi yıkılmış kule evler; kule evler eski zamanlarda oturma amacıyla değil toprak sahiplerinin topraklarını koruma amacıyla inşa ettiği savunma ve saldırı noktaları. İşin ilginç kısmı ise bu kule evlerin 90'larda turizmi canlandırma amacıyla restore edilip otele dönüştürülmesi ancak beklenen ilginin görülmemesi üzerine yeniden kaderine terkedilmiş olması. Yarımadanın başkenti ve en bilinen şehirlerinden / kasabalarında biri ise Areopoli. Küçük meydanının çevresinde ve dar taş sokaklarındaki yeme içme mekanlarıyla biraz olsun yaşam belirtisi gösteriyor kasaba. Yunanistan'ın en ünlü geleneksel fırınları da burada; özellikle lalaggia ya da tiganes olarak bilinen bol zeytinyağı ile yapılmış tuzlu krakerler kasabanın olmazsa olmazı. Fırın ürünlerinin dışında bölge syglino adı verilen bir çeşit füme domuz yemeği ile de ünlü, yapımı çok uzun süren ve soğuk yenen eti kasabadaki ya da bölgedeki kasaplarda bulmanız mümkün.


Areopoli'den güneye, yarımadanın burnuna doğru yol alırken vahşi doğanın, bölgede bulunan 600 çeşit bitkinin, havada uçan yırtıcı kuşların tadını çıkara çıkara Vathia'ya varıyoruz. Vathia bir önceki paragrafta anlattığım; önce otele dönüştürülmüş sonra ise kaderine terk edilmiş kule evlerin en sık görüldüğü köy. Şu anda 100 kişinin bile yaşamadığı yerde içi boşaltılmış kulelerin içinde ve avlularında gezebiliyorsunuz. Burada dünyanın bir ucunda olmanın tedirginliği, gördüğünüz şahane manzaranın büyüsü ile karışıyor.


Vathia'nın biraz ilerisinde ise hiç beklenmedik muhteşem bir butik otel sizi bekliyor. Seneler önce Atinalı bir mimar çift tarafından satın alınan ve restore edilen eski bir kule evi artık otel olarak hizmet veriyor. Yazının başında fotoğrafını gördüğünüz Tainaron Blue sadece üç odası olan, sipariş ettiğiniz yiyeceklerin otelin üst katındaki tatlı mutfağında yavaş yavaş ve sizin istediğiniz gibi pişirildiği, küçük havuzunda muhteşem manzaranın tadını çıkardığınız bir konaklama mekanı. Sahipleri kaldığınız süre içinde mutlu olmanız için elinden geleni yapıyor. Mayıs-Ekim ayları arasında açık olan otelin web sitesi de en az kendi kadar güzel ve yalın.


Biz Mani gezimizi bölgenin Lakonia Körfezi'nin dibindeki Githio'yu da gezerek tamamladık. Githio 40 kilometre uzağındaki Sparta şehrinin denize açılan kapısı ve limanı olduğu için özellikle ticaretin yoğun yaşandığı ve yerlilerinin oldukça varlıklı olduğu bir kasaba. Varlıklı ailelerin konakları kasabanın tepelerinde tüm ihtişamıyla göz alıyor. Liman çevresi oldukça canlı olan Githio'nun antik tiyatrosu, kalesi ve Yunanistan'ın birçok şehrinde eserleri olan Saksonyalı mimar Ernst Ziller'in elinden çıkma belediye binası da görülmeye değer.


Farklı bir Yunanistan görmek isterseniz Mani tam size göre. Ülkenin en bakir, en az ziyaret edilen yerlerinden biri olsa da son zamanlarda bölgeye ev alarak yerleşen Alman vatandaşı sayısı gittikçe artıyor, alternatif seyahat sitelerinde ise adı çok daha sık geçiyor. Çok değil daha kısa zaman öncesine kadar sadece deniz yoluyla ulaşılabilen bu topraklar sanılanın aksine çok şey vaad ediyor.




Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page