atina'nın gürültüsünden, tozundan dumanından kaçıverdim geçen pazar günü. deniziyle güneşiyle, hiç olmadı antik şehirleriyle ünlü yunanistan'da bunlardan hiçbirini barındırmayan iki güzel köye düştü yolum. tabi başka zamanlarda güneş barındıyordur ama ben oradayken poseidon'un gazabına uğradım sanırım; kafama kulaklarıma pata pata dolu mu inmedi, sis bastırdı göz gözü mü görmedi, yağmur yüzünden montumda yosun mu yeşermedi... olsun! 7 sene hollanda'da, onun öncesinde isveç diyarlarında yaşadım; hava kötü diye işlerimi engelleseydim, evden çıkamazdım. ha peki bu dağ köyleri nerede, hemen söyleyeyim. mora yarımadası olarak bildiğimiz, yunanistan'ın güney yarısındaki el şeklindeki bölgenin tam ortasında. stemnitsa ve dimitsiana köyleri, ülkenin en popüler seyahat noktalarından. özgün mimarisini ve kimliğini korumuş bu iki köyün muhteşem taş evleri yıllar içinde yavaş yavaş restore edilmiş, iki köye de küçük butik oteller açılmış, belediye boş durmamış bu gençleri allayıp pullamış, böylece ikisi de haklı ününü elde etmiş.
dimitsana'nın ayrıca yunan devriminde ayrı bir önemi var. osmanlı/türk işgaline karşı başlatılan ayaklanmanın en önemli noktalarından biri burası. 1821 yılında, 25 mart günü yunan bayrağını göklere çeken piskopos germanos'un doğduğu köy, bu açıdan zaten yeterince önem taşıyor. doğduğu ev ziyarete açık. bunun dışında ise savaş sırasında kullanılan barut bu köyde üretilmiş. yani, milli değerleri hassas bir yunan için ağlamasına sebep olacak kadar stratejik bir nokta kendisi. yunanistan'ın en büyük bankalarından pireaus bank sponsorluğunda açılan açıkhava su gücü müzesi'ni ziyaret ettiğimizde de barutun nasıl üretildiğini, şu an müzede sergilenen değirmenin bu üretime nasıl yardımcı olduğunu, köyün, yunan tarihinde ne kadar önemli bir yeri olduğunu görüyoruz zaten. tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de, bir doğa harikası bekliyor bizi burada; loussios kanyonu / deresi tüm ihtişamıyla ziyaretçilerine göz kırpıyor. fotoğraflarda gördüğünüz çağıl çağıl çağıldayan arkadaş ta kendisi. taş evleri, arnavut kaldırımlı sokakları, sokak arasından gözüken muhteşem dağ manzaraları, müzesi, deresi...her şeyi çok güzel dimitsana'nın. bravo dimitsana! sevdim seni. stemnitsa ise dimitsana'nın biraz daha küçük, biraz daha butik versiyonu. ismi yedinci ve sekizinci yüzyılda, orada yaşayan slav halkının dilinde "ormanlık, ağaçlık" anlamına gelen köy, osmanlı / türk işgali sonrasında ulaşımı zor olduğundan; yunan kültürünü, kimliğini, kiliselerini neredeyse zarar görmeden korumuş. osmanlı / türk işgaline karşı başlatılan savaşın en meşhur isimlerinden kolokotronis'in de sığınağı olmuş ayrıca. yani milli değerleri hassas bir yunan için ağlamasına sebep olacak ikinci köy oluyor kendisi. köyde sakince yürüyüş yapmak, birbirinden güzel evlere bakmak, manzaranın keyfini çıkarmak dışında yapacak pek bir şey yok. o da fazlasıyla yetiyor zaten. meydanda bulunan küçük kilisede fresklere bakarken isa'nın pembe/eflatun bir çarmıha gerilmiş olduğunu görünce şaşırmadım desem yalan olur bu arada, yazıyla beraber freskin fotoğrafını da görebilirsiniz, beni deli zannetmeyin yani.
iki köy de, özellikle cumartesi pazar günleri, en yakın -büyük sayılabilecek- şehir tripoli'den ve benim gibi üşenmeyip atina'dan gelen ziyaretçilerle dolup taşıyor. bu yüzden lokantası, tavernası, cafesi, barı bol. dimitsana'da birbirinden şık, küçük butikler bile var. alışılmış yunanistan imajının tamamen dışında özellikler barındıran iki köy de günübirlik gezmek ya da bir gece konaklamak için oldukça ideal. hem, biz değil miyiz türkiye'ye gelip de kemer'de iki hafta "her şey dahil" mekanlarında kalıp, tüm ülkeyi 8 ay yaz havasında, denize giriliyor, güneşleniliyor zanneden turistlere sinirlenen? e yunanistan'ın da dağları, dağ köyleri, yüzmediğimiz ama şahane zaman geçirdiğimiz, yemyeşil bölgeleri var. ve bizi bekliyorlar.